Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda Ankara’dan gelen bir
haber üzerine çocuklar gibi sevinmiştim. Çektiğimiz fotoğrafları artık merkeze
otobüs veya uçak yerine telefoto cihazıyla geçecektik.
Ankara’da kısa bir eğitim ve ardından Rus yapımı Bond çanta tipindeki seyyar agrandizör ve arkadaşların daha sonra “Asker Bavulu” olarak adlandıracağı üzeri kahverengi deri ile kaplı İngiliz yapımı telefotoyu teslim almıştık.
Artık hangi göreve gidersek gidelim, çoğu zaman karanlık oda haline getirdiğimiz tuvaletlerde bastığımız siyah-beyaz fotoğrafları PTT’nin Kuranportörden geçebiliyorduk.
Aynı akşam bazen televizyon haber bültenlerinde ya da ertesi gün gazetede fotoğrafı görmenin zevki bir başkaydı.
Ardından haberleşme alt yapılarındaki hızlı teknolojik değişim gazeteciliğe de yansıdı. O kadar baş döndürücü hızla ilerliyordu ki yetişebilene aşk olsun. Önce uluslar arası haber ajanslarının gönderdiği fotoğraf aktarma cihazları geldi. Sabit programlı ve minicik ekranları olmasına rağmen bilgisayar olarak niteleyip gözümüz gibi koruyorduk. Derken hızla geçen yıllar ve ardından gelen son teknolojik yenilikler. İlk kez 1995 yılında Tansu Çiller’in Özbekistan ve Azerbaycan’a yaptığı gezide Nikon ve Kodak’ın ortak üretimi ilk dijital fotoğraf makinasını kullanmıştım. O gün kullandığım fotoğraf makinasının dijital kapasitesi bugün en basit cep telefonlarındakilerden daha düşüktü.
Bugün mobil teknoloji her geçen gün kendini yenileyip, farklı ürünlerle karşımıza çıkıyor. Gazetecilik ve özellikle ajans haberciliği zamanla yarış olarak adlandırılırken, günümüzde bu saniyelerle yarış haline döndü.
İnsanlar artık ellerinden düşürmedikleri cep telefonlarıyla Twitter ve Facebook gibi sosyal medya araçlarından haberleri öğreniyor.
Olay yerindeki muhabir yerine vatandaş bildiriyor.
Üstelik çektiği fotoğrafı da ekliyor.
Dünyanın herhangi bir yerindeki sıcak gelişme noktasında bulunanlar anında izlemeye alınarak, gelişmeler saniye farkıyla öğrenilebiliyor.
Ancak bu ne kadar doğru ve sağlıklı?
Twitter’i izlemeye başladığım günden beri kaç ünlünün yalan yanlış ölüm haberini aldığımı hatırlamıyorum bile.
Bir kişiyi ya da kurumu hedef alan manipülasyon haberleri ise saymaya kalksak sayfalar yetmez.
Peki insanlar temel özgürlüklerinden biri olan haber almak hakkını bu karmaşa içinde nasıl kullanacak?
Hangisi doğru hangisi yanlış?
Hemen aklınıza sansür veya kısıtlama gelmesin. Asla böyle bir şeyi savunmam.
Söylemek istediğim haberci ve gazetenin önemini vurgulamak.
Teknoloji ne kadar gelişse de bizim mesleğin temeli haberci yani muhabir önemini hiçbir zaman yitirmeyecek.
Tarafsız ve verdiği haberi arka planıyla anlatabilen muhabir, fotoğrafını çeken foto muhabiri ve görüntüleyen kameraman, haberin okuyucuya iletme biçimi ne kadar değişirse değişsin dünya var oldukça görevini yapmaya devam edecektir.
Siz yine Twitter ve Facebook’u kaçırmayın ama haberi muhabirden alın.
Ankara’da kısa bir eğitim ve ardından Rus yapımı Bond çanta tipindeki seyyar agrandizör ve arkadaşların daha sonra “Asker Bavulu” olarak adlandıracağı üzeri kahverengi deri ile kaplı İngiliz yapımı telefotoyu teslim almıştık.
Artık hangi göreve gidersek gidelim, çoğu zaman karanlık oda haline getirdiğimiz tuvaletlerde bastığımız siyah-beyaz fotoğrafları PTT’nin Kuranportörden geçebiliyorduk.
Aynı akşam bazen televizyon haber bültenlerinde ya da ertesi gün gazetede fotoğrafı görmenin zevki bir başkaydı.
Ardından haberleşme alt yapılarındaki hızlı teknolojik değişim gazeteciliğe de yansıdı. O kadar baş döndürücü hızla ilerliyordu ki yetişebilene aşk olsun. Önce uluslar arası haber ajanslarının gönderdiği fotoğraf aktarma cihazları geldi. Sabit programlı ve minicik ekranları olmasına rağmen bilgisayar olarak niteleyip gözümüz gibi koruyorduk. Derken hızla geçen yıllar ve ardından gelen son teknolojik yenilikler. İlk kez 1995 yılında Tansu Çiller’in Özbekistan ve Azerbaycan’a yaptığı gezide Nikon ve Kodak’ın ortak üretimi ilk dijital fotoğraf makinasını kullanmıştım. O gün kullandığım fotoğraf makinasının dijital kapasitesi bugün en basit cep telefonlarındakilerden daha düşüktü.
Bugün mobil teknoloji her geçen gün kendini yenileyip, farklı ürünlerle karşımıza çıkıyor. Gazetecilik ve özellikle ajans haberciliği zamanla yarış olarak adlandırılırken, günümüzde bu saniyelerle yarış haline döndü.
İnsanlar artık ellerinden düşürmedikleri cep telefonlarıyla Twitter ve Facebook gibi sosyal medya araçlarından haberleri öğreniyor.
Olay yerindeki muhabir yerine vatandaş bildiriyor.
Üstelik çektiği fotoğrafı da ekliyor.
Dünyanın herhangi bir yerindeki sıcak gelişme noktasında bulunanlar anında izlemeye alınarak, gelişmeler saniye farkıyla öğrenilebiliyor.
Ancak bu ne kadar doğru ve sağlıklı?
Twitter’i izlemeye başladığım günden beri kaç ünlünün yalan yanlış ölüm haberini aldığımı hatırlamıyorum bile.
Bir kişiyi ya da kurumu hedef alan manipülasyon haberleri ise saymaya kalksak sayfalar yetmez.
Peki insanlar temel özgürlüklerinden biri olan haber almak hakkını bu karmaşa içinde nasıl kullanacak?
Hangisi doğru hangisi yanlış?
Hemen aklınıza sansür veya kısıtlama gelmesin. Asla böyle bir şeyi savunmam.
Söylemek istediğim haberci ve gazetenin önemini vurgulamak.
Teknoloji ne kadar gelişse de bizim mesleğin temeli haberci yani muhabir önemini hiçbir zaman yitirmeyecek.
Tarafsız ve verdiği haberi arka planıyla anlatabilen muhabir, fotoğrafını çeken foto muhabiri ve görüntüleyen kameraman, haberin okuyucuya iletme biçimi ne kadar değişirse değişsin dünya var oldukça görevini yapmaya devam edecektir.
Siz yine Twitter ve Facebook’u kaçırmayın ama haberi muhabirden alın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder