Kediden korkar, köpek gördüğümde yolumu değiştirirdim.
Oysa babam köpekleri çok sever, çocukluk günlerimin geçtiği Diyarbakır’ın avlulu taş evlerinde yakın çevremizde insanlar ya kedi ya da kuş beslerdi.
Bitişik nizamdaki evlerde sokaklar yerine damlarda yaşar, tüm mahalleyi dolaşırlardı. Hatta sert geçen kışları için kedinin damdan da atlarken donduğu anlatılırdı.
Diyarbakır evlerinde güvercin yetiştirme merakı yüzünden kediler, erkekler tarafından pek sevilmese de kadınlar mutlaka avlunun bir köşesine yiyecek ve bir kap su bırakırlardı.
Sonraki yıllar hep bu korkuyla geçti.
Gemlik’te komşumuzun “Tunç” adlı tarçın renkli sevimli köpeği bile korkumun geçmesine neden olmamıştı.
Karakaya Barajı’nda bu korkum yüzünden 100 metrelik uçurumdan yuvarlanmama ramak kalmıştı.
Yıllar böyle geçip gitti. Canlı dostları arkadaşlarımın tüm çabalarına rağmen bir türlü korkumu yenememiştim.
Taa ki, kızımın ısrarıyla dayısının Gaziantep’ten gönderdiği “Behlül”ü tanıyıncaya kadar.
Önce eşim gibi temkinli yaklaşmış, sonra kabul etmiştim bir kediyle aynı evi paylaşmayı.
Sarışın şirin mi şirin bir yavruydu. Babası asık suratlı bir İran, annesi ile iki renkli gözlere sahip bir Van kedisiydi.
İki ırkın da en güzel özelliklerini almıştı. Yumuşacık upuzun tüyleri, bal rengi gözleri vardı. Ne babası gibi miskinliği seviyor, ne de annesi gibi sudan hoşlanıyordu. Tam bir melezdi sizin anlayacağınız.
Kısa sürede tüm ailenin kalbini çalmasını bildi. Aradan geçen üç yılda hayatımda çok şey değişti. “Behlül” sayesinde köpeklerden korkum kayboldu, en önemlisi de asıl korkulacak olanın can dostları değil insanlar olduğunu anlamaya başladım.
Şimdi evimizin önünde beslediğim yine melez bir sokak köpeği olan “Badi” de ailemize katıldı. Artık evin tüm programı “Behlül”e göre şekilleniyor. Sabah onun mırıltılarıyla uyanmak, bir kelebeğin peşinden koşturmasını izlemek, dizlerinizde uyumasını beklemek hayatın en büyük zevkleri arasına girdi.
Onların bizden beklediği tek şeyin ne olduğunu geç de olsa öğrendim. Uzun yıllar kaybetmiş ama kısa zamanda arayı kapatmıştım.
Şimdi can dostlarımız için bir yasa hazırlanıyor. Canlı dostları ise buna karşı çıkıyor.
Yasa içinde öyle hükümler var ki onları can dostumuz değil de düşmanımız gibi görüyor.
”uyutma” hükmünden tutun da hala petshoplar da alınıp satılması, en önemlisi de eziyet ve işkence olursa ölümlerin suç sayılmasına kadar.
Gazetemizin yazarı ve Bölge Koordinatörü Yaşar Sökmensüer’in dünkü yazısında dile getirdiği gibi insan oğlunun son ayrımcılık biçimi olan tür eşitsizliğini kaldırmanın artık zamanı geldi geçiyor bile.
Sökmensüer’in “hayvan haklarını bizim şefkatimiz değil, yasaların yanı sıra adalet, ahlak ve eşitlik anlayışımız korusun” cümlesinin altına kim imzasını atmaz ki?
Hayvan hakları da artık bir demokrasi sorunudur ve insan haklarını
savunan herkesin buna sahip çıkması gerekir. Oysa babam köpekleri çok sever, çocukluk günlerimin geçtiği Diyarbakır’ın avlulu taş evlerinde yakın çevremizde insanlar ya kedi ya da kuş beslerdi.
Bitişik nizamdaki evlerde sokaklar yerine damlarda yaşar, tüm mahalleyi dolaşırlardı. Hatta sert geçen kışları için kedinin damdan da atlarken donduğu anlatılırdı.
Diyarbakır evlerinde güvercin yetiştirme merakı yüzünden kediler, erkekler tarafından pek sevilmese de kadınlar mutlaka avlunun bir köşesine yiyecek ve bir kap su bırakırlardı.
Sonraki yıllar hep bu korkuyla geçti.
Gemlik’te komşumuzun “Tunç” adlı tarçın renkli sevimli köpeği bile korkumun geçmesine neden olmamıştı.
Karakaya Barajı’nda bu korkum yüzünden 100 metrelik uçurumdan yuvarlanmama ramak kalmıştı.
Yıllar böyle geçip gitti. Canlı dostları arkadaşlarımın tüm çabalarına rağmen bir türlü korkumu yenememiştim.
Taa ki, kızımın ısrarıyla dayısının Gaziantep’ten gönderdiği “Behlül”ü tanıyıncaya kadar.
Önce eşim gibi temkinli yaklaşmış, sonra kabul etmiştim bir kediyle aynı evi paylaşmayı.
Sarışın şirin mi şirin bir yavruydu. Babası asık suratlı bir İran, annesi ile iki renkli gözlere sahip bir Van kedisiydi.
İki ırkın da en güzel özelliklerini almıştı. Yumuşacık upuzun tüyleri, bal rengi gözleri vardı. Ne babası gibi miskinliği seviyor, ne de annesi gibi sudan hoşlanıyordu. Tam bir melezdi sizin anlayacağınız.
Kısa sürede tüm ailenin kalbini çalmasını bildi. Aradan geçen üç yılda hayatımda çok şey değişti. “Behlül” sayesinde köpeklerden korkum kayboldu, en önemlisi de asıl korkulacak olanın can dostları değil insanlar olduğunu anlamaya başladım.
Şimdi evimizin önünde beslediğim yine melez bir sokak köpeği olan “Badi” de ailemize katıldı. Artık evin tüm programı “Behlül”e göre şekilleniyor. Sabah onun mırıltılarıyla uyanmak, bir kelebeğin peşinden koşturmasını izlemek, dizlerinizde uyumasını beklemek hayatın en büyük zevkleri arasına girdi.
Onların bizden beklediği tek şeyin ne olduğunu geç de olsa öğrendim. Uzun yıllar kaybetmiş ama kısa zamanda arayı kapatmıştım.
Şimdi can dostlarımız için bir yasa hazırlanıyor. Canlı dostları ise buna karşı çıkıyor.
Yasa içinde öyle hükümler var ki onları can dostumuz değil de düşmanımız gibi görüyor.
”uyutma” hükmünden tutun da hala petshoplar da alınıp satılması, en önemlisi de eziyet ve işkence olursa ölümlerin suç sayılmasına kadar.
Gazetemizin yazarı ve Bölge Koordinatörü Yaşar Sökmensüer’in dünkü yazısında dile getirdiği gibi insan oğlunun son ayrımcılık biçimi olan tür eşitsizliğini kaldırmanın artık zamanı geldi geçiyor bile.
Sökmensüer’in “hayvan haklarını bizim şefkatimiz değil, yasaların yanı sıra adalet, ahlak ve eşitlik anlayışımız korusun” cümlesinin altına kim imzasını atmaz ki?
Eminim ki. Türkiye’den bugün yükselen sese TBMM kulak verecek ve kendisini tanımlayan özellikler arasında “At, avrat silahı” sözleriyle bir canlı dostu alan bu toplumun temsilcileri yasanın bu şekliyle çıkmasına izin vermeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder