Marmara Denizi'nin Gemlik, Mudanya, Karacabey, Tekirdağ ve İstanbul sahillerinde son haftalarda, suyun üzerini tabaka şeklinde kaplayan ALG patlaması, doğa olayı olarak geçiştirilemeyecek kadar önemli bir kirlilik göstergesi.
50 yıldan beri Gemlik'te yaşıyorum. İlk kez böylesini gördüm diyebilirim. Geçmiş yıllarda da ALG patlaması olur, deniz, bir süre kırmızı hatta kiremit rengine boyanır ve kısa sürede geçerdi.
Bu kez oldukça farklı bir durum söz konusu.
Sarı renkli, kötü kokuya sahip ALG, tabaka halinde denizin üzerini kapatıyor. Önceki gün Büyükşehir Belediyesi'nin deniz süpürgesi Gemlik körfezinde çalışma yaparken gözlemledim. Deniz aracı geçtikten sonra tabaka yineden oluşuyordu.
Dikkat çeken bu gelişmeyi iki farklı şekilde yorumlayanlar var. 17 Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı gibi doğa olayı olarak nitelendirip, tehlike oluşturmadığını hatta 2-3 yıl içinde hamsi, lüfer ve sardalya bolluğu getireceğine inanan bilim insanlarının açıklamalarına karşı endişe ile bakanlar da var.
Onları da aktarayım....
Bazı akademisyenlerin bunu normal doğa olayı olarak göstermesinin gerçeği yansıtmadığını savunan Kimya Mühendisi arkadaşım Vedat Sezer'e göre, küresel ısınma Marmara'yı da etkiledi. Deniz suyu sıcaklığı 1,2-1,5 derece yükseldi. Marmara denize kıyısı bulunan yerleşim yerlerinden sanayi ve evsel atıklar denizdeki mikro organizmaların yapını değiştirdi. Bu organizmalar birbirlerine bağlanıp, yüzeyde oksijen geçirgenliğini engelleyen bir ortam oluşturdu.
Marmara'ya sanayi ve evsel atık deşarjı bu şekilde devam ederse önümüzdeki günlerde sıcaklık değişimleri ve diğer etkilerle bir süre kaybolacak bu yapılar, geçmişe oranla çok ve yaygın biçimde ortaya çıkacak, Marmara'da sucul yaşamı yok edecek. İleriki dönemlerde dipte oluşan çürük yumurta kokulu hidrojen sülfür kıyı kesimlerinde hissedilmeye başlayacak.
Gelişmeyi bir de geçen dönemlerde Çevre Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanlığı da yapan Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Efsun Dindar'a sordum.
Ona göre de sıcaklık değişimi ve kirliğin artması sonucu bu gelişmeleri yaşıyoruz.
Peki, neden geçmiş yıllardaki gibi kırmızı değil de sarı renkli?
Farklı bir tür tek hücreli canlı olduğunu söyleyen Dindar, koronavirüsteki mutasyonu örnek göstererek, bunların da atık sularla gelen farklı mikro organizmaların geliştirip baskın hale getirdiği farklı bir popülasyon olabileceğini vurguladı.
Dindar'a göre, azot ve fosfor gibi bu tür organizmalar için besleyici elementler, sudaki oksijen azalması, sıcaklık değişimi bataklığı andıran görüntülere sebep oluyor.
Sorunun kaynağı doğrudan çevre kirliliği. Marmara'ya bırakılan atık sulardaki organik madde açısından kirlilik yükü azaltılabilirse kontrol altına alınabilir.
HORMON BOZUCU KİMYASAL ATIKLAR VE BUZULLARDAN GELEN TEHLİKE
Doç.Dr. Dindar, mikro organizmaların yanı sıra yeni yeni ortaya çıkan bir tehlikeye de dikkat çekti.
Evsel ve sanayi atıkları arıtmadan geçiriliyor ama bunların dışında da bir sürü kirletici parametre var. Bunların hepsini arıtamıyoruz. Endokrin bozucu kimyasallar, ilaç kalıntıları bunların artıma gücünün ne kadar olduğu bilinmiyor. Son zamanlarda da hormon bozucu kimyasalların atık sularda belirli miktarda alıcı sulara karışıyor. Tarla sulanınca bitkilere, denize dökülünce balıklara geçiyor. Besin zincirindeki tüm canlıları etkiliyor. Kısacası doğayı eski haline döndüremeyecek seviyede kirletiyoruz.
Yine küresel ısınmayla birlikte yeni bir tehlike daha kapımızı çalıyor. Geçtiğimiz günlerde Mars'tan geleceği öne sürülen virüsler tartışma konusu olmuştu. Aslında yer kürede de benzeri tehlike var.
Dünya oluştuktan beri, yani yaklaşık 4.6 milyar yıllık süre içerisinde, belgelenen 5 büyük buzul çağı yaşandı. Bunların büyük çoğunluğu ise insanın tarih sahnesine çıkışından önceydi.
Kutupların erimesiyle birlikte milyonlarca yıl öncesinden donan virüs ve mikro organizmaların aktif hale gelip sulara karışma tehlikesi de var. Yani koronavirüsten belki daha tehlikeli virüs türleri küresel ısınma etkisiyle türlerin yok olmasını sağlayacak.
CANLI TÜRLERİNİ BU TÜR FELAKETLER YOK ETMİŞ...
Önceki akşam Habertürk'te Fatih Altaylı'nın hazırlayıp sunduğu Teke Tek Bilim'de, dünyanın yaşadığı 5 büyük yokoluş konusu ele alındı. Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Nüzhet Dalfes ve Dr. Emrah Çoraman, buzul çağlarından dinozorların neslinin tükenmesine kadar yaşanan felaketleri anlattı.
Prof. Dr. Şengör'ün akademik ve oldukça sıkıcı anlatımından sonra Dr. Emrah Çoraman'ı dinlemek oldukça zevkliydi. 15 kilometre çapında, Himalaya dağı büyüklüğündeki meteorun çarpması sonucu dinozorların nasıl yok olduğunu ayrıntılarıyla dinleme fırsatı bulduk. Bu arada, kanatlı yani uçabilen dinozor türleri yok olmamış. Bugünkü kuşların ataları da bu uçan dinozorlarmış.
Programdaki en önemli bölümlerden biri ise Marmara'daki ALG patlamasını çağrıştıran kısmıydı. Yok oluşlarda, bu tür tek hücreli canlıların yer küreyi istilası da etkili olmuş. Çok hücreli yaşamlar ise buzullarda korunan bazı türlerle yeniden başlamış.
Yerküredeki altıncı yok oluşun ayak seslerini duyuyoruz aslında. Koşar adım da gidiyoruz. Tehlike aslında insanlık için yoksa doğa her yok oluştan sonra kendini yenilemesini bilmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder