Semt pazarlarını gezmeyi çok severim. Sabahın erken
saatlerinde pazarcıların özenle dizdiği tezgahlardan gezip, alışveriş yapmak
ayrı bir zevktir.
Hele köylü pazarının kurulduğu Tahtakale’de kadınların küçük bir bez veya sepet üzerine koydukları doğal ürünleri izlemek onlarla sohbet etmek bile ürünü almadan insanın ömrünü uzatır.
Hipermarketlerin kurulmasıyla birlikte çalışan çoğu insan gibi semt pazarlarını gezmek tarihe karıştı.
Hepsi bir boyda domatesler, tornadan çıkmış gibi salatalıklar veya file içine konmuş patatesler güzel görünse de hep insanın içinde bir kuşkuya yol açar.
İlk bunun ayrımına 1990 yıllarda Finlandiya’nın Tampera kentinde varmıştım. Alışveriş için girdiğimiz bir markette, o hepsi bir boyda olan domateslere kimse yaklaşmazken, eğri büğrü daha tam rengi oturmamış ve üstelik iki katı fiyatla satılan domateslerin daha çok ilgi görmesine şaşırmıştım.
Sorduğumda organik olduğu belirtilen bu ürünlere bilinçli tüketicilerin daha çok ilgi gösterdiği söylenmişti.
Türkiye’de de son yıllarda organik ürünlere ilgi her geçen gün artıyor. Aslında bizim organikten ziyade güvenlik gıda ile sorunumuz var.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın dönem dönem açıkladığı listelerde yer alan ürünlere konulanlar insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor.
Hemen hemen her üründe nerdeyse katkı maddesi var ve üstelik insan sağlığına da büyük zarar veriyor.
Hele köylü pazarının kurulduğu Tahtakale’de kadınların küçük bir bez veya sepet üzerine koydukları doğal ürünleri izlemek onlarla sohbet etmek bile ürünü almadan insanın ömrünü uzatır.
Hipermarketlerin kurulmasıyla birlikte çalışan çoğu insan gibi semt pazarlarını gezmek tarihe karıştı.
Hepsi bir boyda domatesler, tornadan çıkmış gibi salatalıklar veya file içine konmuş patatesler güzel görünse de hep insanın içinde bir kuşkuya yol açar.
İlk bunun ayrımına 1990 yıllarda Finlandiya’nın Tampera kentinde varmıştım. Alışveriş için girdiğimiz bir markette, o hepsi bir boyda olan domateslere kimse yaklaşmazken, eğri büğrü daha tam rengi oturmamış ve üstelik iki katı fiyatla satılan domateslerin daha çok ilgi görmesine şaşırmıştım.
Sorduğumda organik olduğu belirtilen bu ürünlere bilinçli tüketicilerin daha çok ilgi gösterdiği söylenmişti.
Türkiye’de de son yıllarda organik ürünlere ilgi her geçen gün artıyor. Aslında bizim organikten ziyade güvenlik gıda ile sorunumuz var.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın dönem dönem açıkladığı listelerde yer alan ürünlere konulanlar insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor.
Hemen hemen her üründe nerdeyse katkı maddesi var ve üstelik insan sağlığına da büyük zarar veriyor.
Balından, peynirine, et ürünlerinden tahıla, baharatından,
tatlısına neye elinizi atsanız, hileli ürünü var. Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı daha iki ay önce 40 firmanın 52 ürününün sağlığa zararlı ve
standartlara aykırı olarak üretildiğini açıkladı. Ürünler arasında bal,
bitkisel yağlar, süt ürünleri, kahve ve takviye gıdalar da var.
Gıda güvenliğine büyük önem veren Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneği (BUSİAD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan SÜTAŞ Genel Müdürü Tarık Tezel ile Kültürpark’taki sohbetimizde konuya farklı bir bakış açısı getiriyor.
Tezel’e göre, gıda hijyeni yani gıda güvenliği bir insanlık sorunu. Temeli ise kayıtdışılık. Endüstriyel gıda üretiminin şeffaf hesap verebilir, denetlenebilir ve kayıt altında işletmeler haline gelmeleri lazım. En önemlisi izleyebilmek. Bunu yapabilirsek hepsini başarabiliriz.
Çatışan güçler değil, toplumsal güçler haline getirebilirsek, milli ekonomiyi desteklerken çocuklarımızın geleceğine en büyük hizmeti yaparız.
Kendi işlerine de böyle baktıklarını anlatıyor Tezel ve ekliyor, “Patron kim” diye sorduklarında, “Bizim patronumuz belli. Her sabah okula gitmeden önce bizim ürünlerimizi bekleyen çocuklar bizim patronumuz. Maaşımızı onlar veriyor. Sever ve beğenirlerse annesinin eteğinden çekiştirip bizim ürünümüzü tercih ederse, ekmeğimizi hak etmiş olacağız” yanıtını verdiklerini söylüyor.
Kayıtdışı ürünler bir yana Türkiye’de bugün markalar gözönüne alındığında bırakın Avrupa Birliği’nin dünya çapında açık rekabete hazır. Gerek kalite ve gerek üretim potansiyeli açısından dünyayı beslemeye aday ülkelerden biri. Bu yolda da emin adımlarla ilerliyor.
Tezel’e göre, bunun için iç piyasa Pazar iklimini haksız rekabetten kurtarmak gerekiyor. Bu da ancak kayıt dışı ile mücadeleyle gerçekleşir. 10 yılda ciddi mesafeler kat edildi. Bu konuda Avrupa Birliği uyum yasaları itici güç oldu. Mükemmel değil, hazırlık noktasındayız. Önce bulunduğumuz coğrafyayı sonrasında Avrupa’yı besleyecek konumuna geldik.
Gıda güvenliğine büyük önem veren Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneği (BUSİAD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan SÜTAŞ Genel Müdürü Tarık Tezel ile Kültürpark’taki sohbetimizde konuya farklı bir bakış açısı getiriyor.
Tezel’e göre, gıda hijyeni yani gıda güvenliği bir insanlık sorunu. Temeli ise kayıtdışılık. Endüstriyel gıda üretiminin şeffaf hesap verebilir, denetlenebilir ve kayıt altında işletmeler haline gelmeleri lazım. En önemlisi izleyebilmek. Bunu yapabilirsek hepsini başarabiliriz.
Çatışan güçler değil, toplumsal güçler haline getirebilirsek, milli ekonomiyi desteklerken çocuklarımızın geleceğine en büyük hizmeti yaparız.
Kendi işlerine de böyle baktıklarını anlatıyor Tezel ve ekliyor, “Patron kim” diye sorduklarında, “Bizim patronumuz belli. Her sabah okula gitmeden önce bizim ürünlerimizi bekleyen çocuklar bizim patronumuz. Maaşımızı onlar veriyor. Sever ve beğenirlerse annesinin eteğinden çekiştirip bizim ürünümüzü tercih ederse, ekmeğimizi hak etmiş olacağız” yanıtını verdiklerini söylüyor.
Kayıtdışı ürünler bir yana Türkiye’de bugün markalar gözönüne alındığında bırakın Avrupa Birliği’nin dünya çapında açık rekabete hazır. Gerek kalite ve gerek üretim potansiyeli açısından dünyayı beslemeye aday ülkelerden biri. Bu yolda da emin adımlarla ilerliyor.
Tezel’e göre, bunun için iç piyasa Pazar iklimini haksız rekabetten kurtarmak gerekiyor. Bu da ancak kayıt dışı ile mücadeleyle gerçekleşir. 10 yılda ciddi mesafeler kat edildi. Bu konuda Avrupa Birliği uyum yasaları itici güç oldu. Mükemmel değil, hazırlık noktasındayız. Önce bulunduğumuz coğrafyayı sonrasında Avrupa’yı besleyecek konumuna geldik.
Türk olarak gurur duyabileceğimiz bir ürünümüz var. Dünya
Türkçe’de olduğu gibi yoğurt diyor. Önemli olan bu konudaki algı yönetimi bunu
başarabilirsek, diğerleri arkasından gelir. Ayran da bu başarılmak üzere.
İçilebilir yoğurttan ayran algısına gelindi bile.
BİR BURSA MARKASI
Geçen ay “Keşiş Dağı Maden Suyu’ndan Uludağ İçecek’e” başlıklı yazımda, Bir Bursa markası olan Uludağ İçecek’in nasıl marka haline geldiğini anlatmıştım.
SÜTAŞ da bir Bursa markası. İlk üretim tesisi de Karacabey İlçesi’nde kurulu. Son yıllarda önemli atılımlar gerçekleştiren SÜTAŞ, Madekonya ve Romanya’nın ardından Orta Doğu’ya yönelme hazırlıkları yapıyor. Çıkış kapısı da Kuzey Irak olacak. Uludağ İçecek de zaten o bölgede Pazar lideri. Darısı SÜTAŞ’ın başına.
BİR BURSA MARKASI
Geçen ay “Keşiş Dağı Maden Suyu’ndan Uludağ İçecek’e” başlıklı yazımda, Bir Bursa markası olan Uludağ İçecek’in nasıl marka haline geldiğini anlatmıştım.
SÜTAŞ da bir Bursa markası. İlk üretim tesisi de Karacabey İlçesi’nde kurulu. Son yıllarda önemli atılımlar gerçekleştiren SÜTAŞ, Madekonya ve Romanya’nın ardından Orta Doğu’ya yönelme hazırlıkları yapıyor. Çıkış kapısı da Kuzey Irak olacak. Uludağ İçecek de zaten o bölgede Pazar lideri. Darısı SÜTAŞ’ın başına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder