Bize göre dünyanın bir ucundaki Japonya tarihinin ikinci büyük felaketini yaşıyor. Önce korkunç sarsıntı, ardından tsunami ve bunlardan daha tehlikeli olanı nükleer santraldeki önlenemeyen sızıntı. Zincirleme felaket.
Biz de yaşadık aslında ama çabuk unuttuk. 17 Ağustos 1999 sabahını. Küçük kıyametle Gölcük, Yalova yerle bir olmuş, İzmit yakınlarındaki rafineri de yangın çıkmış, Yalova yakınlarındaki Aksa fabrikasındaki kimyasal sızıntı çevre felaketi yaşatmıştı.
Üzerinden 11 yıl geçti ne önlem aldık. Her deprem sonrası hatırlanan ve televizyonlarda boy gösteren deprem uzmanlarına göre hiçbir şey.
Türkiye ekonomisi ve sanayisinin kalbi Marmara’da bu kez yaşanacak bir felaketi ülkemiz kolay kolay kaldıramaz.
Sanki depremde ayakta kalacak konut işini hallettik, sıra nükleere gelmiş gibi her kafadan bir ses. Yanı başımızdaki tehlikenin farkında değiliz.
Bursa’da ikisi Türkiye’nin ilk dördü arasında yer alan 13 organize sanayi bölgesi var. Bunların büyük bir çoğunluğu da kimyasal maddeler kullanıyor.
Yaşanacak bir deprem felaketindeki bir sızıntının domino etkisiyle tüm sanayi bölgesine yayılmasının yaşatacağı felaketi düşünmek bile istemiyorum.
Çünkü kimyasal sızıntının sonuçları acı örnekleriyle görmüştüm.
Nilüfer ilçesine bağlı Akçalar beldesinde, dondurulmuş hazır gıda üretimi yapan Kerevitaş tesislerinde yüksek basınç nedeniyle 1997 yılında meydana gelen amonyak gazı patlamasında, beşi ağır 35 kişi zehirlenmiş, 28’i koyun 30 baş hayvan telef olmuş, ekili arazilerin büyük bölümü zarar görmüştü. Belde halkını uykuda yakalayan patlamanın etkisiyle fabrikadan fırlayan bir tonluk kapaklar şans eseri boş araziye düşmüş ve bu sayede can kaybı yaşanmamıştı.
Beldeye gittiğimizde karşılaştığımız manzara korkunçtu. Vatandaşlar evlerini terk etmiş, sokaklarda telef olan hayvanlar. Tarlalardaki yeşil brokoliler kahverengine dönmüştü.
İkinci gördüğüm felaket 1999 depremi sonrası Yalova yakınlarındaki Aksa fabrikası çevresindeydi. Manzara Akçalar’dan hiç de farklı değildi.
Facia denilmese de tehlikenin büyüklüğünü anlatacak en son amonyak sızıntısı 4 Kasım 2010’da Bursa et kombinasında meydana geldi. Altıüstü 100 litrelik amonyak tankı devrilmiş ve 100 metre hatta 150 metre uzaklıktaki 11 kişi zehirlenmişti.
Şimdi size bir rakam vereyim. Gemlik Belediyesi’nin depremle ilgili hazırladığı rapordan bir bölüm.
Gemlik Gübre Sanayi’nde 20 bin ton kapasiteli iki amonyak tankı bulunuyor. Bu sadece Gemlik için değil Bursa içinde büyük risk oluşturmaktadır.
Tesis nerede peki? Hemen yanıt vereyim. Türkiye’nin baş belası Kuzey Anadolu Fay hattının güney kolunun üzerindeki Gemlik Körfezi’nde.
100 litrelik amonyağın ne sonuçlar doğurduğunu anlattım. Ya bir deprem sonucu sızıntı yaşanacak 20 bin ton amonyak düşünmek bile istemiyorum
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ali Uluşahin’e bu konuda herhangi bir çalışmalarının olup, olmadığını soruyorum. Bir dokun bir ah et misali. Daha büyük tehlikeleri anlatınca tüylerim diken diken oluyor. Amonyaktan daha büyük tehlikeler olduğunu anlatıyor. Örneğin hidroklorik asit. Bir patlama anında suyla temas etmesiyle ortaya çıkan klor gazının ne kadar büyük tehlike arz ettiğini söylüyor.
Bursa’daki sanayi tesislerinin deprem veya başka bir etkiyle yaşayacağı patlamalar sonrası domino etkisini de ekleyince tehlikenin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Kimya mühendisleri olarak üzerlerine düşen görevi yapmak için kolları sıvamışlar. Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde kimyasal risk denetimi ile ilgili çalışma yapmışlar. Bunu 13 sanayi bölgesine yaygınlaştırmak istiyorlar. Mustafakemalpaşa ile anlaşmışlar. Sırada Hasanağa ve Kayapa bölgeleri var.
Ama Bursa’nın en büyük organize sanayi bölgelerinden biri olan ancak ismini açıklamak istemediği bir OSB’nin konuya yaklaşımı ise onları üzmüş. “Yapacaksınız da ne olacak?” “Risk çıkarsa ne yapacağız?” yaklaşımı yüzünden bu bölgede çalışma yapamamışlar.
Türkiye’de tehlikeli kimyasallarını yönetmeyi başaramıyoruz. Bursa Büyükşehir Belediyesi itfaiye ekipleri daha geçen yıl kimya mühendisleri odasından yangın eğitimi almış.
Artık her bireyin üzerine düşen sorumluluğu alma zamanı geldi. Bazı şeyleri devletten beklemek kolaycılığından vazgeçmek için daha büyük felaketleri mi yaşayalım. Ama devletin görevini unutmamak lazım. Denetim yetkisini hatırlayıp, sonuna kadar kullanmalı.
Risk bölgesinde yaşıyoruz, tehlikeyi biliyoruz ama kafamızı devekuşu gibi kuma gömmüş hiçbir şey olmayacak gibi bekliyoruz.
Böyle giderse bir gün felaket kapımızı çaldığında inanınki çok geç kalmış olacağız.
Namık GÖZ
namik.goz@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder